- Michelin Yıldızı Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey!
- Galata’nın En Yeni İtalyanı: IL Cortile
- Klasik Bir Göçmen Lezzeti: Boşnak Mantısı
- Karadeniz’den Gelsin: Fırında Hamsili Pilav
- Adana Lezzet Festivali Yoğun İlgi Gördü
- Kalan Balıklarınızı Değerlendirin: Balık Böreği
- Çıtır Çıtır: Balık Kroket
- Dünyada Üretilen Gıdanın Üçte Biri İsraf Ediliyor
- Çok Kültürlü İstanbul Mutfağında Mezeler
- İtalyan Rivierası’nın Lezzetleri Yaz-Kış Bodrum’da
Sofra’nın sahibi Hüseyin Özer: “Benim lokantalarım cennettir”
Michelin Guide tarafından tavsiye edilen Londra’nın ünlü Türk restoranı Sofra’nın yeni şubesini İstanbul, Karaköy’de açan Hüseyin Özer’in, oldukça ilham verici bir yaşam öyküsü var. Tüm ününe ve başarısına rağmen samimi, doğal ve alçakgönüllü ama söz konusu yemekleri ve restoranları olunca durum değişiyor. “Cennette ne varsa benim lokantalarımda da var” diyen Özer’in tek bir hayali var: Kendisi gibi başarılı lokantacılar yetiştirmek ve onların yurt dışına açılmalarını, Türk mutfağını dünyaya tanıtmalarını sağlamak.
Röportaj: BİRGÜL KOPUZ
Fotoğraflar: ALTAN AYKAN
Hani derler ya, “Anlatsam hayatım roman olur” diye… Birazdan okuyacağınız Hüseyin Özer’in hikâyesi işte tam da roman olacak türden… Hatta film bile olabilir. Tokat’ın Reşadiye ilçesinde başlayan yaşam yolculuğunda, bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şeyleri yaşamış Hüseyin Özer. Annesi ve babası o daha çok küçükken ayrılmış, babası onu evlatlıktan reddetmiş. Annesi başka biriyle evlenmiş, o da istememiş. En kötüsü de ağabeyi tarafından zehirlenmiş. Ölmeyince bu defa çalışması için Ankara’ya gönderilmiş. Henüz 10 yaşında bir çocuk, koskoca dünyada yapayalnız. Tek isteği var, okumak…
Neyse ki bu hikâyenin sonu başladığı gibi kötü bitmiyor. Tüm bu zorluklarla tek başına mücadele eden çocuk büyüyor, çok çalışıyor ve başarıyor. Adını tüm dünyaya duyuruyor. Kendisine kötülük yapanlara en ufak bir kini yok. Küçükken kendine verdiği sözleri tutuyor sadece. İyi bir adam oluyor ve ona kötülük yapanlara da iyilik yapıyor… Evet, karşımızda gerçekten sıra dışı bir hikâye ve sıra dışı bir adam var. Nihayet Türkiye’ye gelen Sofra London’ın Karaköy’deki restoranında buluştuğumuz Hüseyin Özer, “En büyük hayalimi gerçekleştirmek için buradayım” diyor. “Neymiş bu en büyük hayal” diyorsanız, cevabı röportajda. Ve tabii ki ‘roman olacak’ yaşam öyküsünün kısa bir özeti de…
Sizin hayli ilginç bir hayat hikâyeniz var. Çok anlattınız, belki de sıkıldınız anlatmaktan ama bir kez de bizim için anlatır mısınız?
Hikâyemin çok değişik versiyonları var, hep aynı şeyleri anlatmam. Her defasında farklı detaylar anlatırım ki okuyanlar sıkılmasın.
En başından başlayalım o zaman, evden kaçma hikâyenizden…
Evden kaçmadım aslında, evden gönderildim. Bir aile istemedi, ikinci aile istemedi, sonra annemin yanına gittim. Annem evliydi. Okula gitme yaşım gelmişti, kanunen okutmaları gerekiyordu, yoksa başlarına bela olacaktım. Okula gitmek istiyordum, göndermiyorlardı. Tabii kendi çocukları var, onlara bakmak istiyorlar. Sonra benden kurtulmak için Ankara’ya gönderdiler tek başıma. Ankara’ya gidince kaybolacağımı düşündüler herhalde ama ben hâlâ varım işte. 10 yaşında bir çocuk tek başına Ankara’ya giderse kaybolur. Ondan önce zehir verdiler, öldürmek istediler. İstenmeyen çocuktum yani.
Ne yaptınız Ankara’da bir başınıza?
Ankara’ya gidince ilk kazandığım parayla Adliye’nin önünde 2.5 lira verip bir mektup yazdırdım Demirel’e “Beni okut” diye. Cevap vermedi. Tekrar para kazanıp, ikincisini yazdırdım ama bir sonuç çıkmadı. Ben de karnımı doyurmak için kim bana yemek veriyorsa onun yanında çalıştım. Ankara’da kötü bir meyhanede çalışmaya başladım. Bahşiş alıyordum, para biriktirdim. Oda tutmak istedim, “Bu parayla ancak kömürlük tutulur” dediler. Ben de bir kömürlük tuttum. Öğrenmeye İsmet Paşa’daki o kömürlükte karar verdim. Çünkü ilk defa döşeğim, lambam olmuştu. Okula hiç gitmedim ama okuma yazmayı kendi kendime, duvarlara kömürle yazarak öğrendim. Sopayla kara, toza, taşa nereyi bulursam yazıyordum. Öğrenmeye başlayınca merakım arttı. Önce dinleri öğrendim. Sonra dilleri, diğer ülkeleri, milletleri merak ettim.
Ne kadar kaldınız Ankara’da?
14 yaşında İstanbul’a geldim. Yine benzer yerlerde çalışmaya devam ettim. Düzenli maaş almaya başlayınca hemen bir İngilizce hocası tuttum kendime. Sonra askere gittim, döndüm. 19 yaşındaydım. Hemen evlendim, yuva kurdum. Ama hanım beni beğenmedi, kaçıp gitti babasının yanına. Şu anda 40 yaşında bir kızım var. Ben de Londra’ya gitmeye karar verdim. Zaten dil öğrenmeyi çok istiyordum. İngilizce dünya lisanı olduğu için özellikle İngilizceyi öğrenmek istiyordum.
Londra’da neler geldi başınıza?
İngiltere’ye gider gitmez bir kebapçıda iş buldum. Çalıştığım dükkânda sandalyenin üzerinde yattım, alafranga tuvalette yıkandım her pazar günü. “Kaç para verirseniz verin” dedim, öyle deyince ilk başta söyledikleri rakamın daha altında verdiler. İngilizce öğrenmek için dil okuluna gittim. Çok başarılıydım, beni üst sınıfa atlattılar. Yalnız şöyle bir olay yaşadım; ‘Shakespeare’ diye bir kelime geçiyor, ben anlamını bilmiyorum. İsim olduğunun farkındayım ama daha önce hiç duymamışım, okula gitmediğim için. “Shakespeare ne demek” diye sordum, bütün sınıf dondu kaldı. Kimse cevap veremedi. Bir anlam verememiştim o zaman buna. Çok sonra öğrendim Shakespeare’in kim olduğunu. Benim hikâyemi Shakespeare yazmadı, Allah yazdı. Oyuncu olarak da beni seçti. Bakın bunu kimseye anlatmamıştım, ilk kez size anlatıyorum. Orada Türkleri biraz utandırmış oldum, özür dilerim.
O zor koşullardan nasıl bugünlere geldiniz?
Zor değildi canım, alt tarafı sandalyede yatıyordum, alafranga tuvalette yıkanıyordum. Ama Londra’da olmaktan çok mutluydum.
Londra’da ilk restoranınızı ne zaman açtınız?
1979’da bir kebapçı açtım. 1981’de de eski çalıştığım yeri satın aldım. Halen daha kapıda kuyruk vardır.
Nasıl dünya çapında böyle bir başarı ve ün yakaladınız? Daha önce yapılmayan neleri yaptınız?
Michelin Guide, dünyanın en iyi Türk lokantası seçer bizi her sene. Bir de yazılı değil ama benim şahsıma söylenmiş bir söz var ki onun kadar büyük bir ödül almadım henüz. Michelin Guide bana, “Dünyadaki favorimiz sensin, çünkü yemeklerin lezzetli, sağlıklı ve uygun fiyatlı” dedi. İki tane mütevazı lokantam var İngiltere’de. Biri Oxford City’de diğeri Myfair’de. İkisinde de kapıda kuyruk var. Duvarda da “Beğenmeyenin yemeğini ben yerim” yazıyor.
Neden Türkiye’ye bu kadar geç geldi Sofra?
Kısmet böyleymiş. Ben paracı değilim, insani bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Türkiye’ye gelme sebebim; kendim gibi insanlar yetiştirerek, yurt dışında onların da lokanta açabilmesini sağlama isteğimdir. Çözümüm var çünkü. Ben çok milyoner çıkardım İngiltere’de. Yanımda çalışanların çoğu sterlin milyoneri oldu. Türkiye’de de böyle şeyler yapayım istedim. Benim yanımda üç ay çalışan çok başarılı olur, böyle bir başarı garantisi veriyorum. İyi bir hocayımdır. Sofra London Karaköy’de şu anda 60 kişi çalışıyor, bu sayı 150’ye çıkacak.
Menüden biraz bahseder misiniz? Buraya özel yemekler var mı?
Tüm yemekler Türk usulüdür. Fransız usulü yemek yapılmaz, Fransız usulü servis yapılmaz burada. İtalyan usulü hiçbir şey yapılmaz. Her şey Türk usulüdür. Menüdeki tek yabancı yemek balık olarak ‘black cod’. O da çok sevdiğim için. Nobu’ya gidiyordum yemek için, çok paralar harcıyordum. Derken öğrendim, şimdi kendi lokantamda herkese ikram ediyorum.
En sevdiğiniz yemek hangisi?
Kebap. Kebap namuslu bir yemektir. Diyete uygundur, yanında bir salata yersin tamamdır. Tok tutar, sağlıklıdır aslında. İtalyan, Fransız yemekleri sağlıklı filan değildir. İyi ve doğru yaparsan en sağlıklısı Türk yemeğidir.
Sizin için “İngiltere’nin en zengin Türk’ü” diyorlar, doğru mu?
Benim zenginliğim yaşam tarzım. Yaşam tarzı olarak çok beğeniyorlar. Bir insan yokluktan, sokak çocukluğundan nasıl buralara gelir, nasıl böyle yaşar diye takdir ediyorlar. Dünyanın her yerinden aşk mektupları geliyor. Beğenmeyen yok. İlginçtir, tüm dünyanın sevdiği adamım. Meslektaşlarım da çok seviyor beni, saygı duyuyorlar.
Kaç kez evlendiniz?
Dört defa evlendim, dört defa mutlu oldum, dört defa boşandım. Şu anda bekârım elhamdülillah.
Elde ettiğiniz başarı hayal edebildiğiniz bir şey miydi?
Ben hiç küçük hayal kurmasını bilmiyorum, hayallerim büyüktür. Bunlar hiçbir şey değil benim için. Gençleri bu tür lokantalar açmaları için eğitmek istiyorum. Bu, imajımız için hayırlı olur. Çünkü imajımız yurt dışında yıkılmış durumda. Dünyanın her yerindeki Türk lokantaları çok kötü. Bu durumu düzeltmek istiyorum. Yarayı gören adam, yaraya parmak basar. Tek hayalim bu.
Sizi öldürmek isteyen aileniz hiç pişman olmadı mı, siz bu kadar başarılı ve ünlü olduktan sonra?
Hiç bilmek istemiyorum pişman olup olmadıklarını. Mesela bana zehir veren abimin oğlunu, özel okulda okuttum İngiltere’de. Bana kötülük edenlerin hepsine iyilik ettim. Küçükken kendime sözler vermiştim. “Bunlar bana kötülük yapıyor ama ben büyüyünce iyi adam olacağım, onlara da iyilik yapacağım” diye. Çocukken kendime verdiğim sözleri yerine getiriyorum.
Başta Karadeniz mutfağı olmak üzere Anadolu mutfağının geleneksel lezzetleri bir araya toplanmış. Bir de üzerine ...